24.02.1983 tarihinde yayınlanan 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar kanununda hâkim ve savcıların nitelikleri, atanmaları, hak ve ödevleri, aylık ve ödenekleri, meslekte ilerlemeleri, görevlerinin ve görev yerlerinin geçici veya sürekli olarak değiştirilmesi, haklarında disiplin kovuşturması açılması ve disiplin cezası verilmesi, görevleriyle ilgili veya görevleri sırasında işledikleri veya kişisel suçlarından dolayı soruşturma yapılması ve yargılamalarına karar verilmesi, meslekten çıkarılmayı gerektiren suçluluk veya yetersizlik halleri, meslek içi eğitimleri ve özlük işleri düzenlenmiştir.
Son aylarda Ulusal ve Mahalli basında, medya kuruluşlarında Hâkim ve Savcılardan sıkça söz edilmeye başlanmıştır.
Özellikle bazı siyasiler yargı bağımsızlığı ile ilgili yayın yapan basınımızı özgür basın ve yandaş basın diye 2’ye ayırmış durumdalar…
Fetö bağlantısı, paralel yapı tutuklamaları sebebiyle Hâkimler ve Savcılarımız mercek altında…
Son günlerde meydana gelen tutuklamalar, salıvermeler hepimizin gözü önünde cereyan etmiştir.
Ben biraz tarihin derinliklerine giderek Osmanlılarda yargılama konusunu anlatmaya çalışacağım:
Osmanlı Devletinde yargı denince akla ilk önce Hâkim’ler gelirdi.
Yargılama görevini yürüten asıl memurlara da Hâkim denirdi.
Hâkim’in her yönüyle güvenilir olması, görevini yaparken maddi ve manevi baskılardan uzak olması gerekirdi.
Yargılamada ikinci derecede görev alan kişilerin başında Naip’ler gelirdi.
Sözlükte Naip; Bir kişinin yerini tutan ve yokluğunda işlerini yürüten kimse anlamına gelir.
Naip’ler; Hakim’in yerine görev yapan kimselerdi.
Osmanlılarda bir de Toplu Hâkim Sistemi vardı; Kazaskerler, Kassâm-ı umûmî, İstanbul kadısı, yardımcısı, Mekke ve Medine kadıları ve müşavirler bu sistemin içerisindeydi.
Osmanlıların adaleti o kadar güçlü idi ki; bütün Hristiyanlar o dönemlerde Osmanlıların egemenliği altına girebilmek için adeta birbirleriyle yarış etmişlerdi.
Bir örnek vermek gerekirse; Ukrayna’da yaşayan Normanlar Rusların baskısından o kadar bıkmışlardı ki kiliselerinin defterine şöyle yazmışlardı: “Ya Rabbi. Osmanlı’nın gücünü kuvvetini artır ki, gelip bizi de kurtarsın… Bize din hürriyeti versin… Can ve mal emniyetimizi sağlasın. Amin…”
Normanlar; 1800 yıllarında Rus zulmünden Amerika’ya kaçmışlar ve yanlarında bu kilise defterini de götürmüşlerdi.
Bu gün bu defter adı geçen sayfa açılmış olarak Amerika’nın Utan bölgesindeki bir Norman kilisesinde teşhir edilmektedir.
“Yargı” örneğine geçmeden önce bu yargılamayı yapan, yargılanacak olan Padişah Fatih Sultan Mehmet’i mahkemeye çağıran “İstanbul Kadısı” hakkında da bilgi verelim.
Bu “Kadı” nın adı Hızır Çelebi’ydi.
Hızır Çelebi;1407 senesinde doğmuş 1453 senesinde İstanbul’da vefat etmişti.
Ülkenin ünlü âlimlerindendi.
Fatih Sultan Mehmet’in padişahlığının ilk yıllarında Arabistan’dan gelen bir âlimin ilim ve fen konusunda sorduğu sorulara cevap veremeyen âlimlere kızan Fatih: “Ülkemde bu adama cevap verecek bir ilim adamımız yok mudur?” diye kükremiş kendisine o dönemde Sivrihisar medresesinde görev yapan Hızır Çelebi tavsiye edilmişti.
Hızır Çelebi’nin Arabistan’dan gelen ilim adamına verdiği mantıklı cevaplar ve Hızır Çelebi’nin sorduğu sorulara âlimin cevap veremeyişi Fatih’in çok hoşuna gitmiş ve kendisini İstanbul’un Fethinden sonra İstanbul Kadısı ve Belediye Başkanı yapmıştı.
Hızır Çelebi, İstanbul Kadısı ve Belediye Başkanı olarak göreve başladıktan bir müddet sonra bir Hıristiyan mimar gelmiş ve Fatih Sultan Mehmet’ten şikayetçi olduğunu söylemişti.
Şikâyetin konusu şuydu: Fatih Sultan Mehmet Han Ayasofya’dan daha yüksek kubbeye ve daha üstün mimari hususiyetlere sahip bir cami yaptırmak istemiş, Hıristiyan mimar inşaatın yapımını üstlenmişti.
Ancak, Hıristiyan oluşu nedeniyle Ayasofya’dan daha yüksek kubbesi olan bir cami yapmak istememiş ve Mısır’dan getirilen mermer sütunların uçlarını kestirmişti.
Fatih sütunların kasıtlı olarak kestirildiğini öğrenince çok kızmış ve mimarın elinin kesilmesini emretmişti.
Eli kesilen mimar Osmanlının adaletini ölçmek için devrin “Kadı”, “Hâkim’i olan Hızır Çelebi’ye müracaat ederek şikayette bulunmuştu.
Hızır Çelebi olayı incelemiş ve şahitlerle birlikte Fatih Sultan Mehmet’i mahkemeye celp etmişti.
Fatih baş köşeye oturmak için yönelmiş fakat Hızır Çelebi: “Oturma Begüm!…” hasmınla yüzleşmek üzere, mahkeme huzurunda ayakta dur” demişti.
Fatih’i ayakta bekletmişti.
Mahkeme sonunda Hıristiyan Mimar haklı bulunmuş ve Fatih’in elinin kesilmesine karar verilmişti.
Hıristiyan mimar bu adil karar karşısında gözyaşlarını tutamamış, şahadet getirerek Müslüman olmuştu.
Fatih Sultan Mehmet Han da ölünceye kadar mimarın iki çocuğu ve hanımıyla birlikte bütün maişetini şahsi servetinden vererek rahat yaşamasını sağlamıştı.
Mimar, hanımı ve çocuklarıyla birlikte İslamiyet’in yayılması için ölünceye kadar gayret etmişti.
Birkaç gün sonra Hızır Çelebi’yi ziyarete giden Fatih kılıcını göstererek: “Eğer bana bir suçlu gibi değil de bir Padişah gibi muamele etseydin seni şu kılıcımla parçalardım’’ demişti.
Hızır Çelebi de paltosunun İki eteğinin altındaki 2 adet aslanı göstererek: ” Eğer padişahlığına güvenip, dinin emri olan hükmüne karşı gelseydin seni bu aslanlara parçalatacaktım” demişti.
İşte Osmanlılarda yargılama usulleri ve Osmanlılardan bir yargı örneği…
Hoşça kalınız.