Diyanet İşleri Başkanlığının açtığı yarışmada birincilik kazanan,10’larca baskısı yapılan Hamdi Mert ağabeyimin yazdığı BİZİ YAŞATANLAR isimli kitabın kahramanı Güneydoğuda askerlik yaparken savaşta yaralanan ve sol kolu kökünden kesilen Gazi babamın serüvenleriydi…
BİZİ YAŞATANLAR isimli eser Merhum Reha Oğuz Türkkan tarafından 4 bölümlük dizi film haline getirilmiş ve TRT genel müdürlüğüne teslim edilmişti.
Türk hukukçu, tarihçi, yazar, Türkolog, senarist Reha Oğuz Türkkan’ın İngilizce, Fransızca ve Türkçe olarak yayınlanmış 41 kitap, 9 film ve 6 tv senaryosu bulunmaktadır.
Bizi Yaşatanların senaryo haline getirilmesi için Reha Oğuz Türkkan yaklaşık bir yıl babamın yaşadığı yörelerde araştırmalar yapmış ve 4 bölümlük dizi filmin senaryosunu TRT yetkililerine ulaştırmıştı.
TRT arşivlerinde bulunan Senaryonun dizi film halinde çekiminin yapılması isimsiz kahramanlar GAZİ ‘lerimiz için moral kaynağı olacaktır.
Babam askerliğini Güneydoğuda yapmış…
İyi bir eğitimden sonra Güneydoğu’ya gönderilen babam kendisini Türkiye’ye isyan eden ve adı sonradan PKK’ya çıkan İsyancı gruplarla çarpışan askerlerimizin arasında bulmuş…
Gece-gündüz Siirt dağlarında aç-susuz, ayaklarındaki potinlerini bile çıkarmadan devlete isyan eden terörist takibine çıkıyorlarmış…
1 ay,2 ay,3 ay, 5 ay bu çarpışmalar devam etmiş…
Babam hep bu çarpışmaların içindeymiş…
Bir köyün yakınında bulunan karakolda gece gündüz demeden nöbet tutuyorlar ve gece baskına gelen teröristlerle savaşıyorlarmış…
Bu çarpışmalar bazen gündüz de oluyormuş…
Bir defasında çarpışmada teröristlerden birini yaralamışlar ve Jandarma karakoluna getirmişler…
Kasığının üst tarafından yaralanan teröristi tedavi ederken sünnetsiz olduğunu tespit etmişler ve karakol komutanına bilgi vermişler…
Teröristin yarasını tedavi edip iyileştirdikten sonra onu konuşturmaya çalışmışlar…
Yaralı terörist kendisinin Ermeni olduğunu ve ayrılıkçı güçler ile işbirliği ederek her gece Jandarma Karakoluna taciz ateşi açtıklarını itiraf etmiş…
Ermenilerle işbirliği yapan isyancıları tek-tek ismen bildirmiş…
Başta Karakol komutanı olmak üzere babam dahil karakolda görevli bütün askerler hayretlerini gizleyememişler…
Çünkü yaralı Ermeni’nin verdiği isimler her gün görüştükleri köyün muhtarı Bedo, köyün bakkalı, kendilerine her hafta yufka ekmek yapan komşu kadının eşi, köyün büyükbaş hayvanlarını güden sığırtmaç, her hafta askerlere yumurta getiren genç, köyün ihtiyar kurulu azasından 2 kişi ve komşu köyden isimlerini aldıkları 9 kişi…
Grup halinde dağlarda saklanan Ermeniler bu teröristlerle birleşerek zaman-zaman Karakolu taciz ateşine tutuyor ve devletine bağlı olan köylüleri adeta haraca kesiyorlarmış…
Yaralı Ermeni ifadesi alınmak üzere Siirt’e askeri birliğe gönderildikten sonra verdiği bu isimler askerler tarafından takibe alınmışlar…
Bunu hisseden isyancı terörist grup dağlarda saklanan Ermenilerle de birleşerek bir gece saat 24.00 sıralarında karakola saldırmışlar ve taciz ateşine başlamışlar…
Bu saldırıyı bekleyen askerlerimiz zaten hazırlıklıymış…
Karakolun arka tarafından açtıkları bir tünelden çıkarak teröristlerin tahmin edemediği bir yönden ateşe başlayan jandarmalarla teröristler arasında korkunç bir çatışma başlamış…
Karakol’da bulunan 12 kişilik Jandarma ile sayıları 60’ı bulan teröristler arasında silahlı çatışma saatlerce sürmüş…
Babam çatışma anını şöyle anlatmıştı:
“Ben teröristlerle çatışmaya giren arkadaşlarımın en önünde bulunan incir ağacının altında bir gün önce kazdığımız siperdeydim…
Bizimle çatışmaya giren teröristlerle aramda neredeyse 15 – 20 metrelik bir mesafe vardı…
En önünde bulunan terörist ile neredeyse burun-buruna gelmiştik…
Bize ateş ederken tüfeğinin ucundan çıkan ışık en önde bulunan teröristin yüzünü aydınlatmıştı…
Aman Allah’ım! Bu oydu… Bu Bedo idi… Köyün muhtarı Bedo…
O gün kendisiyle yolda karşılaşmış, selamlaşmış, konuşmuştuk…
O’nu görür görmez;
“-Silahını at ve teslim ol Bedo…”diye var gücümle bağırmıştım…
Silahımın namlusunu kendisine çevirmiştim…
O da beni tanımıştı…
“Ateş etme Ahmet…”diye kısık bir sesle seslenmişti…
Çok kızmıştım…
Bu alçaklık nasıl olabilirdi ?..
Gündüz bizimle konuşuyor, gece bizimle çatışmaya giriyor…
Daha yüksek ve gür bir sesle;
“Teslim ol Bedo… Yoksa ateş edeceğim…” demiştim…
Daha kısık bir sesle;
“-Siperden çıkarsam vuracaksın… Sen vurmazsan arkadaşların vuracak… Teslim olmam Ahmet…” demişti…
“-Ulan Teslim ol diyorum sana…”diye gürlemiştim…
Bizim bu konuşmamızı duyan ermeni ve ayrılıkçı göçlerden oluşan teröristler benim bulunduğum incir ağacına doğru devamlı ateş ediyorlardı…
Jandarmalarımız da onlara ateş ediyorlardı…
İncir ağacının yapraklarının tamamı gelen mermilerle yerinden kopmuş ve adeta üzerimi kaplamıştı…
Derken sol kolumda bir acı hissetmiştim…
Bir saniye içinde bu acı sebebiyle namlunun ucu Bedo’nun üzerinden biraz yana kaymıştı…
Bunu hisseden Bedo kendisinden umulmayacak bir sesle;
“-Kaçmak vaaaaaar!” diye bağırmış ve yaklaşık 3 metre yükseklikteki “mandal”dan kendini aşağıya atmış ve kaçmıştı…
Bunu gören teröristler de anlaşılmaz sesler çıkararak 3 metre yükseklikteki yerden kendilerini aşağı atıp kaçmışlardı…
Saldırıyı önlemiştim…
Fakat yaralanmışım…
O anda bayılmışım…
Arkadaşlarım beni Karakolun içine taşımışlar…
Sol kolumdan vurulmuşum…
Kolumdan oluk gibi kan akıyormuş…
Tampon yaparak kanı biraz durdurmuşlar…
Telsizle askeri birlikten araç istemişler…
Beni Siirt’e askeri hastaneye götürmüşler..
Baygın vaziyetteyken beni muayene eden Doktor Abdüsselam Bey öldüğümü zannederek morga kaldırılmamı istemiş…
Sedyeyle beni morga taşırlarken Operatör Dr. Yüzbaşı Hamdi Bey sedyenin yanından geçiyormuş…
Adeta imdat ister gibi kendisine bakmışım…
Bu bakışım üzerine Morg yolundan beni geri çevirerek ameliyathaneye göndermiş…
1 günde hastaneye ancak gelebilmişim…
Bu müddet zarfında sol kolum kangren olmuş ve kökünden kesilmesi gerekiyormuş…
Başarılı bir ameliyatla Doktor Hamdi Bey sol kolumu kökünden kesmiş ve beni ölümden kurtarmış…
Siirt Askeri Hastanesinde beş buçuk ay yattıktan sonra birliğimle ilgi kurarak beni terhis etmişlerdi ve ben tek kollu olarak Anamur’a gelmiştim…
Askere gitmeden önce Fatma hanımla evlenmiştim…
Benim Siirt’ten Anamur’a kadar gelişim başlı başına bir roman olacak şekilde maceralarla doluydu…
Bazen trenle bazen yaya, bazen katır sırtında zor şartlarda Anamur’a gelmiştim…
Anamur’a evime geldiğim zaman bütün insanlar bana acıyan gözlerle bakıyorlardı…
Öyle ya…
Sol kolu olmayan genç bir delikanlı…
Komşu kadınların kendi aralarında: “Vah yazık… Ne kadar da yakışıklı… Çocuğu da olmaz bunun… Hem olursa da tek kollu olur… Fatma’ya da yazık…”dediklerini duyuyordum…
Yüzbaşı Hamdi Bey bu sözleri duyacağımı ve moralli olmam gerektiğini tembihlemişti…
Onun için bu sözler hiç moralimi bozmuyordu…
Askerdeyken Hastanede Türkiye’nin pek çok yöresinden arkadaşlarım olmuştu…
Onlardan öğrendiklerimi döndüğüm zaman kendi yöremde tatbik etmiştim…
Yayla yolunu yapmıştık…
Yaylada “kuyu”lar çıkartmıştım…
Köyüme Cami yaptırmıştım…
Köyüme Kur’an Kursu yaptırmıştım…
Köyüme İlkokul yaptırmıştım…
Bozyazı kasabasının karakolunu yaptırmıştım…
Sivrisinekten kurtulabilmek için Anamur’da Çeltik ekimini yasaklatmıştım…
Hastanede öğrendiklerimle köyüme adeta bir dispanser kurmuştum, yüzlerce hastayı iyileştirmiştim…”
İşte GAZİ babamın anlattıklarından bir demet…
Hoşça kalınız.