1968’li yıllar…
Türkiye’nin her yöresinde, özellikle büyük şehirlerde olduğu gibi Sivas’ta da sağ-sol mücadelesi oluyormuş…
Öğretmenler ikiye bölünmüş…
Sağ grupta olanlar Milliyetçiler Derneği etrafında toplanıyorlarmış…
Sol grupta olanlar da Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) çatısı altında toplanıyormuş…
1965 yılında kurulan ve 1971 yılında gerçekleştirilen 12 Mart darbesiyle kapatılan Türkiye Öğretmenler Sendikası’na üye olanlar en çok İlkoğretmen okulundaymış…
İlköğretmen okulunda bulunan TÖS’e bağlı öğretmenler zaman-zaman şehir içinde toplantılar yapar, bu toplantılara öğrencilerinin de katılmasını sağlarlarmış…
Devamlı Emniyet’in takibi altındalarmış…
Bu arada şehir içinde çatışmaya varan sağ-sol mücadeleleri oluyormuş…
Sivas’ta orak çekiçli Rus bayrakları bile varmış…
Öyle ki bu bayraklar İlköğretmen Okulu öğretmenleri tarafından öğrencilerin dolaplarında saklanıyormuş…
Öğrenci dolaplarının yoklanması sırasında okul idaresi bu bayrakları gördükleri halde ses çıkarmıyorlarmış…
İşte Sayın Yavuz Bülent Bakiler beyin ve Sayın Mehmet İrge beyin söyledikleri…
İşte İlköğretmen okuluna onun için kapalı bir kutu deniyormuş…
Öğretmenliğe başladığım ilk yıl demek sağ sol çatışmaları arasında geçecekti…
Okulların açılmasına da birkaç gün kalmıştı…
Ben okulun nöbetçi öğretmenler odasında kalıyordum…
Okul yatılı ve gündüzlü şeklindeydi…
Yeni gelen öğrencilerle birlikte daha önce yatılı olarak okuyan öğrenciler yatakhanelere yerleşiyorlardı.
Ben kendime bir program çizmiştim…
Yarıyıl tatiline kadar okulda yatılı öğrencilerle birlikte kalacaktım…
Yarıyıl tatilinde düğün yapacak ve eve çıkacaktım.
Üniversitede öğrencilik yıllarında başladığım ve 3 yıldır yürüttüğüm İslam Medeniyeti Mecmuasına gelen sorular yazı işleri müdürü tarafından bana gönderilecek, ben de onların cevabını hazırlayıp İstanbul’a gönderecektim…
Benden önce görev yapan Sayın Emin Cansız okulların başlamasına 1-2 gün kala eşyalarını ve tayin kararnamesini almak üzere okula gelmişti.
Kendisiyle orada tanışmıştık…
O kadar cüsseli bir görünümü vardı ki ben yanında adeta çocuk gibi kalmıştım…
Biz bahçede dolaşırken eski öğrenciler ve öğretmenler ikimize bir garip bakıyorlardı…
Belli ki Sayın Emin Cansız öğretmenle araları pek uyuşmuyordu…
Sayın Emin Cansız da karamsar bir tablo çizmişti…
Burada öğretmenlik yapmamın pek kolay olmayacağını anlatıyordu…
Tıpkı Mehmet İrge ve Yavuz Bülent Bakiler’in anlattıkları gibi okulda TÖS’e bağlı öğretmenlerin çoğunlukta olduğunu ve öğrenciler üzerinde büyük baskı oluşturduklarını, okul idaresinin de aynı derneğe üye oldukların halkın büyük çoğunluğunun da bunlara destekçi olduklarını, öğrencilerin %80’inin alevi vatandaşların çocukları olduğunu ve sınıflarda adeta Din dersi yapamaz duruma geldiğini anlatıyordu…
Ben İstanbul’da iyi bir eğitim almıştım…
Hem okulda, hem Milli Türk Talebe Birliğinde…
Okulda aldığım eğitimde branşımla ilgili kendimi yetiştirdiğime inanıyordum.
Öğrenciyken Milli Türk Talebe Birliğinden aldığım eğitimde ise ülke gerçeklerinin ne olduğu, sağ-sol davasının ülkeyi nerelere götüreceği, milliyetçiliğin-solculuğun, Aleviliğin-sünniliğin, İnancın-inançsızlığın ne olduğu öğretilmişti…
Kıbrıs olayları nedeniyle Milli Türk Talebe Birliğinde aldığımız strateji eğitimi bana çok şeyler kazandırmıştı…
“Bismillah…” deyip bu bilgi birikimlerimin ışığı altında İlköğretmen okulundaki görevime başlamıştım…
İlk dersim son sınıflara idi…
O dönemde İlköğretmen okulunun son sınıfındaki öğrenci demek İlkokul öğretmeni demekti…
İlk defa sınıfa girmiştim…
Stajyer Din Bilgisi öğretmeniydim, ancak Yüksek İslam Enstitüsü son sınıfta iken İstanbul İmam Hatip Lisesinde öğretmenlik staji yaparken çok tecrübelerim olmuştu…
Sınıflara yabancı değildim…
Alışılmışın dışında öğrencilerin de tahmin etmeyeceği şekilde değişik bir taktikle 45 dakikalık dersi bitirmiştim…
Şu kadarını söyleyeyim ki; Derse girdiğim zaman ellerinde küçücük kâğıtlara yazılmış soruları bulunan öğrencilerin tüm sorularını rahat bir biçimde cevaplandırmıştım…
Öyle ya… İslam Medeniyetine gelen 100’lerce soruya da 3 yıldır cevaplar vermiştim.
Bu deneyimim nedeniyle hiçbir soruda zorlanmamıştım.
Belli ki sorular bir mihraktan yönlendirilmekteydi ve öğretmeni yıpratmaya, müşkül duruma düşürmeye yönelikti…
Bir örnek vermem gerekirse sorunun biri Alevilik-Sünnilik üzerineydi…
Sorunun ne olduğu özelimde kalsın ama cevap olarak şunu dediğimi hatırlıyorum;
“Hz Ali’yi sevmek Alevilikse, bütün Sünniler alevidir. Çünkü hepsi Hz.Ali’yi sever…
Peygamberimizin damadı olan Hz.Ali’nin savaşlarda gösterdiği kahramanlıkları dinleyince kim duygulanmaz ki…
Zülfikar adlı kılıcıyla gösterdiği kahramanlıkları kim inkâr edebilir ki…”
Meğer o son sınıf geçen yıllarda Din dersi öğretmeni Sayın Emin Cansız’a ders yaptırmayan bir sınıfmış…
İlk dakikalarda adeta kavga edecek gibi gözleri çakmak-çakmak olan, sırada otururken adeta kalkıp saldıracakmış gibi duran öğrenciler ilerleyen dakikalarda yavaş-yavaş geriye yaslanmışlardı…
Çakmak-çakmak olan bakışları sakinleşmişti ve dersin sonunda bir tanesi bile dışarı çıkmadan içerde kalakalmışlardı…
Ne yaptılar, ne konuştular bilmiyorum ama ileriki aylarda beni en çok seven ve benim de en çok sevdiğim öğrencilerim onlar olmuşlardı…
İlk dersten çıkıp Öğretmenler odasına geldiğim zaman meraklı bakışlar üzerimdeydi…
Öğretmenlerin bir kısmıyla tanışmış bir kısmıyla tanışmamıştım.
Sanırım dersten en son çıkan ve öğretmenler odasına en son giren ben olmuşum.
Öğretmenler odasına girer girmez gayet moralli bir şekilde selam vermiş hepsinin elini sıkmıştım…
Yeni Eğitim-Öğretim yılının hayırlı olmasını dilemiştim…
Onlarda şaşırmışlardı.
Meğer o sınıfa derse giren bazı sağ görüşlü öğretmenler ya dersi yarıda bırakır çıkar, ya dersten sonra öğretmenler odasında dert yanarmış…
Bazı öğretmenler de hiç öğretmenler odasına girmezmiş…
Bunu ilerleyen aylarda sol görüşlü bir öğretmen arkadaşımdan öğrenmiştim.
O gün 6 saat dersim vardı… Her sınıfa girişimde bir önceki sınıftan daha güzel moralle ders anlatıyordum.
Bir hafta böyle geçmişti…
Hoşça kalınız.