Ana Sayfa Arama Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

GAZİ ÖĞRETMEN ( 117 )

Gazi Öğretmen emeklilik yıllarında
Gazi Öğretmen emeklilik yıllarında ziraatla ilgilenmesi yanında kültürel faaliyetlerindeki çalışmalarına da hız vermiş…
12 yıl devam eden İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü dönemlerinde Lise ve dengi okullarda, Halk Eğitim Müdürlüğünde Halkoyunları ekipleri kurdurmuş, Halkoyunları ekipleri İl genelinde yapılan Lise ve dengi okullar arası Halkoyunları yarışmalarında her yıl birincilikler kazanmış…
Anamur Halkoyunları ekipleri Mersin’i temsilen Türkiye Liseler arası Halkoyunları yarışmalarında da pek çok birincilikler kazanmış…
Gazi Öğretmen Anamur Halk oyunlarının çıkış hikayeleri üzerinde araştırmalar yapmış ve 2006 yılında, emekli olduktan 6 yıl sonra Anamur Halkoyunlarından Anamur Yolları, Danışman, Gök Karga ve Gerali oyunlarının çıkış hikayelerini yazmış…
Ayrıca Halkoyunları hikayelerini ANAMUR YÖRESEL HALK HİKAYELERİ adıyla kitap bastırmış…
On bin adet bastırılan kitap dağıtılmış ve genişletilmiş 2’inci baskısı yapılmak üzereymiş…
Gazi Öğretmenin yazdığı ANAMUR YOLLARI adlı Halkoyunlarının hikayesi şöyleymiş:
‘’… Dudu gelin elindeki tokucakla Kızılca köyünün 2 km uzağındaki bük’lere giden akarsuda yıkamakta olduğu çamaşırlara son vuruşunu yaparken karnında büyük bir ağrı hissetti.
Taş üzerine yerleştirdiği çamaşırlara tokucakla bir daha bir daha vurmaya çalıştı.
Tokucak indikçe karnındaki acıyı daha çok hissetmeye başladı.
Çamaşır yıkamak için gelen komşu kızı Şaziye işini bitirmiş ve köye dönmüştü.
Yapayalnızdı. Gün batmak üzereydi.
Az ileride otlayan eşek de huysuzlanmış ön ayağının biriyle yeri eşeliyordu.
Yıkadığı çamaşırlar, su ısıtmak için getirdiği kazan, deterjan yerine kullandığı pelit külü’nün arta kalanlarının bulunduğu kıl torba, çamaşır döğmek için getirdiği tokucakın eşeğe yüklenmesi gerekiyordu.
Fakat kıpırdayamıyordu. Karnındaki ağrı kasıklarına kadar inmişti.
Komşu kadın Nadire; ” sancın geldiği zaman haberimiz olsun ” demişti.
Acaba bu ağrı “sancı” mıydı ? “Doğum sancısı” bu muydu ?
Kocası Musa Anamur’a çalışmaya gideli aylar olmuştu.
“-Ben gelinceye kadar doğum olmaz” demişti.
Aynı ağrıyı bir gün önce de hissetmişti.
İki büklüm bir halde zorla eşeğin palanını üzerine koydu. Kolanı iyice sıkıştırıp sıkıştırmadığını hatırlamıyordu bile.
Kıldan yapılmış heybeyi palanın üzerine attı.
Heybenin gözlerine çamaşırları doldurdu.
Kazanı zorluklar içinde palanın üzerine yerleştirdi.
Her iki kulpundan kolana bağcıklarla bağladı.
Pelit külünün bulunduğu kıl torba ile tokucağı kazanın içine attı.
Eşek önde, Dudu gelin arkada yola koyuldular.
O gün ayın 14’dü idi. Eve vardtkları zaman neredeyse gecenin üçte biri bitmişti.
Keçileri otlatan kayın biraderi Salih ile oğlakları otlatan kaynanası Durdane Ana çoktan uyumuşlardı.
Ocakta yanan odunların közü kalmış ve odayı hafifçe aydınlatıyordu.
Durdane Ananın uykusu çok hafifti.
Bir süre çamaşıra giden gelini Dudu’nun gelmesini beklemiş o gelmeyince bükten gelen gompillerden bir kaçını köz’e atmış oğlu Salih ile birlikte gompil ve ayranla karınlarını doyurmuşlardı.
Dışardan duyduğu tıkırtı ile uyanan Durdane Ana Dudu’nun yardımına koşmuş, birlikte eşeğin yükünü indirmişler, ilerdeki ardıç ağacına eşeği bağlayıp içeri girmişti.
Birde ne görsün? Dudu gelin yerde kıvranıyor, kayın biraderi Salih’in sesini duymaması için ala yazmasının ucunu iki dişinin arasında sıktıkça sıkıyordu.
Durdane Ana vaktin geldiğini hissetmiş ve önceden hazırladığı koyun yünü ve pamuk ipliğinden yapılmış ala kilimi, keçi kılından yapılmış çulun üzerine atmış, Dudu gelini üzerine yatırmıştı.
Oğlu Salih’i uyandırmış, eline bir kıl çuval tutuşturmuş, yatması için evcik’in erzak deposuna göndermişti.
Durdane Ana; Dereköy’e gelin olarak gönderdiği kızı Gülsüm ile komşusu Bekir Koca’nın oğlu Aptil’e verdiği Şaziye ve oğlu Salih’i doğurmuş fakat hiç çocuk doğumunda ebe olarak bulunmamıştı.
Ancak keçileri otlatırken onların kuzlama’sına yardımcı olmuştu.
Dudu gelin de hiç doğum yapmamıştı.
Ama bir defasında oğlak güderken rastladığı komşu köyden Rahime Kadının anlattıklarını dinlemişti.
Her şeyi anlamıştı ama göbek bağını kesme olayına akıl erdirememişti.
Kaynana gelin doğumun gerçekleşmesinden sonra göbek bağını da iki taşın arasında kesmişler, Dudu gelin derin bir uykuya dalmıştı.
Rüyasında Anamur’a çalışmaya giden kocası Musa’yı görmüş bir erkek çocukları doğduğunu Musa’ya anlatmış oda: “-Adını Ahmet koyalım” demişti.
Uyandığı zaman Durdane Ana’ya rüyasını anlatmış böylece çocuğun adı da konmuştu; Ahmet…
Aynı günlerde Kızılca köyünün kuzeyinde bulunan bir Sayfant’ta gece yarısı yine bir hareketlilik gürünüyordu.
Sayfant iki katlı idi alt katta hayvanların barınması için ahır bulunuyordu.
Sayfant’ta dede Ese Dayı, karısı Sabahat, gelini Fatma, damat Sadık, Ese dayının üç torunu birlikte yaşıyorlardı.
Sayfant’ın yatak odasında gelin Fatma doğum sancısı çekiyordu.
Eşinin doğumunun yaklaştığını bilen Sadık doğum için halası Zehra’yı “ebe”lik yapması için getirmişti.
Zehra’nın yardımı ile bir kız çocuğu dünyaya getiren Fatma; dördüncü çocuklarının da kız olduğunu duyunca kocası Sadık’ın kendisine kızacağını hissetmiş ve saatlerce onun kapıdan görünmesini beklemişti.
Fatmanın sadıkı beklediği saatlerde Sadık eşinin bir kız çocuk dünyaya getirdiğini duyunca onu tebrik bile etmeden, çocuğunun yüzünü bile görmeden yaya olarak çalışmaya gitmek üzere kayrak çakıllı yollardan Bozyazı kasabasına yönelmişti.
” – Adını Gülizar koyun” diyen dede Ese Dayı gelini Fatma’nın bir erkek çocuk dünyaya getirmemesine hayıflanıyor, karısı Sabahat’a dert yanıyordu:
” – Biz yaşlandık Bük’te kim çalışacak? Gompil’leri kim çapalayacak? Değirmene kim gidecek? Anamur’a, Bozyazı’ya kim gidip şeker, pirinç, tütün getirecek? Diğer torunlar gibi buda kız … La havle vela kuvvete ..”
Yeni doğan bebeğe Gülizar adını koymuşlardı.
Ahmet yedi yaşına gelince elinde azık torbası, belinde keser, önünde 30 – 40 oğlakla o dağ senin bu dağ benim dercesine Kızılca köyünün doğusundan batısına güneyinden kuzeyine basmadık yer bırakmamış;
15 yaşına gelinceye kadar hep keçileri ve oğlakları gütmek, anasına yardım etmekle günlerini geçirmişti.
Amcası Salih evlenmiş başka bir eve taşınmıştı.
Kocasını Yemen çöllerinde savaşta kaybeden ebe’si Durdane Ana artık yatalak şekilde evin bir köşesinde yatıyordu.
Musa Anamur’dan geleli aylar olmuştu.
Oğlu Ahmet’in genç bir delikanlı haline geldiğini görünce çalışmak üzere onu da Anamur’a götürmeyi planlamaktaydı.
Çok değil iki yıl birlikte çalışsalar Sadık’ların evi gibi bir sayfant yaptırmayı ve evcik’ten kurtulmayı planlıyordu.
Bir sonbahar sabahı Musa oğlu Ahmet ile birlikte kayrak çakıllı yollardan Bozyazı’ya, oradan da Anamur’a gelmiş Akcami’nin karşısındaki Han’a yerleşmişti.
Ahmet babasıyla birlikte tam üç yıl Anamur ve Bozyazı ovasında ne iş bulduysa çalışmıştı.
Anamur’un 6 km güneydoğusunda bulunan Mamure Kalesi ile, 7 km batısında bulunan Anemurium antik kenti, Karamanoğulları tarafından yapılan Akcami, bahçelerinde çalıştığı Molla Mehmet Evi, Şevki Efendi Evi, Hakkı Efendi Evi, Kısakahya oğlu konağı, şehir merkezinde bulunan iki katlı kilise ve her pazar çalan kilise çanı onun genç ruhunda fırtınalar estirmişti.Babası haklıydı.
Kızılca’da bir Sayfant’ları olmalıydı. Evcik’ten kurtulmak gerekti.
İyi bir para biriktirmişler ve bir sene içinde Sayfant’a taşınmışlardı.
19 yaşına gelen Ahmet için Kızılca köyünde çobanlık yapmaktan başka yapacak bir iş de yoktu.
Artık Anamur ve Bozyazı’ya çalışmaya da gitmiyordu.
Çocukluk arkadaşı Gülizar bük’te gompilleri sularken Ahmet birkaç defa keçileri sulamak için tarlanın önünden geçmiş ve bir defasında Gülizar’la göz göze gelmişlerdi.
Artık her akşam üzeri keçileri sulamak için bük adı verilen tarlanın önünden geçerken hep Gülizar’la karşılaşan Ahmet ile Gülizar arasında sıcak bir yakınlaşma peydahlanmıştı.
Gülizar’a göre Ahmet köydeki gençlerin hiçbirine benzemiyor, daha alımlı bir görünüm sergiliyordu.
Ahmet’e göre Gülizar ise Anamur da gördüğü şehir kızlarının, bey kızlarının hiçbirine benzemiyor, daha bir sıcak bakıyordu.
Bir defasında yeni doğan bir oğlak Ahmet’in kucağında iken Gülizar oğlağın başını okşamış, göz göze gelmişler, Gülizar’ın yanakları al al olmuş koşarak Ahmet’in yanından uzaklaşmış, Ahmet ise heyecandan oracığa yığılıp kalmıştı.
Bir defasında da Ahmet Koca cevizden kopardığı cevizlerden birkaç tanesini Gülizar’ın yanına bırakmış, Gülizar’ın bu cevizleri aldığını görünce o gün sabaha kadar sevincinden uyuyamamıştı.
Yine bir defasında dağdan topladığı alıçları azık çıkısına koymuş, Gülizar’a vermiş onun közde pişirip aynı azık çıkısına koyduğu Gompilleri almıştı.
Bu basit ve safça alışverişler, bakışlar iki genci birbirine iyice yaklaştırmıştı.
Ese dayı bir hayli yaşlanmış, ilerlemiş yaşına rağmen torunu Gülizar’ın her akşam üzeri kargaları kovalamak bahanesi ile tarlaya – büke gidişine pek anlam verememiş, ilerleyen aylarda Ahmet ile olan yakınlaşmasını ilgi ile izlemişti.
Gençliğinde kendisi de böyle bir sevdaya tutulmuş fakat sevdiceği bir başkasına yar olmuştu.
Ahmet’te kendi gençliğini Gülizarda sevdalandığı ve kavuşamadığı komşu kızının gençliğini görüyordu.
Durdane Ana da yatalak olmasına rağmen Ahmet’teki bu değişikliği fark etmiş Ese dayı gibi o da genç kızlığını hatırlamış, gençliğinde sevdalandığı gencin bir başkası ile evlendiğini düşünmüş, Gülizar’ı kendisine Ahmet’i sevdalandığı gence benzetmişti.
Acaba birbirine kavuşamayan bu iki sevdalı Ese Dayı ile Durdane Ana’mı idi?
Gülizar bir gün özene bezene gompil ekmeyi yapmış, babasının Bozyazı’dan getirdiği pirinçten pilav hazırlamış sevdalısı Ahmet ile birlikte koca taşın arkasındaki piynar ağacının gölgesinde birlikte yemek yiyeceklerdi.
Ahmet’te keçi yoğurdundan yapılan taze ayran getirecekti.
Nedendir bilinmez. Gülizar annesi Fatma’ya babası Sadık’a ebesi Sabahat’a değil de dedesi Ese Dayı’ya bu buluşmayı haber vermiş, Ahmet’te durumu annesine, babasına değil ebesi Durdane Ana’ya anlatmıştı.
Genç sevdalılar koca taşın arkasındaki piynar ağacının dibinde piknik yaparken sol taraftaki ardıç ağacının dibinden Ese Dayı, sağ taraftaki andız ağacının dibinden Durdane Ana yaşlı gözlerle onları izlemekte idi.
Genç sevdalılar tuluk ayranını yudumlarken iki yaşlı gözde karşılıklı birbirlerini süzüyordu.
Ahmet ile Gülizar’ın dillere destan gizli sevdası masum bir şekilde yıllar yılı devam etmiş derken her Türk genci gibi Ahmet de askere çağrılmıştı.
Ahmet yavuklusuyla hüzünlü bir ayrılık yaşamış, Gülizar’ın kendisine verdiği işlemeli beyaz mendili itina ile iç cebine yerleştirmiş, kendisini uğurlayan komşuları ile vedalaşmış tek başına kayrak çakıllı yollardan geçerek 60 km uzaklıktaki Anamur’a gelmişti.
Diğer köylerden toplanan gençlerle birlikte Ermenek Sancağına varmışlar oradan Konya’ya gitmişlerdi.
Konya’da sıkı bir askeri eğitimden geçen Ahmet, Çavuş rütbesi almış ve Ahmet Çavuş olarak İstanbul’a gönderilmişti.
( devam edecek )