“Annem” denilirken dahi insan vücudunun gevşediğini, birtakım hormonal salgılar salındığını tatmayanımız yoktur…
Bu duyguları anlamak için her insanın bir annesinin olması yeterlidir…
Doğuran annelerdeki kimya ise apayrı bir durumdur…
Kadının farklı güçlerle ve de hislerle kuşandığı durumlardır…
Canından can çıkarmanın, canından da öte can olmanın vermiş olduğu duygular…
Bu nedenledir ki, dinimizde de cennet, anaların ayakları altına serilmiştir…
Elbette ki her doğuran kadın annelik vasfı taşımaz…
Nadir de olsa kötü özellikteki sapmalara tanıklık ettiğimiz olmuştur…
Değinmek istediğim, annelik güdüsü taşıyan kadınlar üzerinedir…
Kadınların hayatlarını ikiye ayırmışımdır hep…
Anne olmadan önceki dönemi ve anne olduktan sonraki dönemi diye…
Bu nedenle, anne olmadan önce iki kere düşünmenizi tavsiye ederim…
Çünkü analık duygusu ölünceye kadar devam eden bir duygudur.
“Ağlarsa anam ağlar gerisi yalan ağlar…”
Annelik güdüsünü açıklamak için anne olan hayvanlara bakmanız yeterlidir…
Anne bir kedinin yavrularının yanında, pitbull dahi geçmeye cesaret edemez…
Allah ona öyle bir güç vermiştir ki, iki kiloluk kedi, birden çizmeli kedi olmuştur…
Aynı şekilde kuluçkadan yavruları çıkmış gurk tavuğunun piton yılanına karşı veya yırtıcı bir kuşa karşı hamlesi alkışı hak etmez mi..(?)
Yavrularının başına gelen kötü durumların takipçiliğinde ısrarcı olan analarımız değiller mi?
Bir ana yeri geldiğinde bir kaplan, bir panter, bir kartal olmaz mı..(?)
Canını, çocuğuna siper etmez mi..(?)
Balkondan düşen çocuğunu yakalayamamışsa şayet, kendisini de arkasından gözü kapalı salıvermez mi?
“En büyük günah nedir?” diye sorulacak olursa, “Şirkten öte anaların göz yaşlarıdır.” derim.
“Analar çeker yükü kimsenin bilesi yok.”
“Ana gibi yâr, Bağdat gibi diyar olmazmış.”
Bu nedenledir ki;
Beyler, ağalar, paşalar, SAKIN OLA, anaların ahını almayın..!