Varlığını ve birliğini kabul ettiğimiz Cenab-u Allah’ın yarattığı İnsanlık âlemi; Adem Peygamber’le birlikte başlamış ve insanlığın varoluşundan bu yana varlığı da devam ede gelmiştir.
İnsanlar dine sahip çıkmakla huzur buldukları için, nerede bir insan topluluğu varsa orada dini davranışlar da görülmüştür.
Din insanların özünde var olan ruhi bir duygudur ve doğuştan vardır.
Doğuştan var olan bu duygu dış etkenler nedeniyle zaman-zaman zayıflamıştır. Ancak hiçbir zaman sönmemiştir.
Çünkü insanın özünde kendisinden daha kudretli bir varlığa bağlanma ve onun yardımını sağlamaya çalışma arzusu vardır.
İnsanlar tarihin hiçbir döneminde bu arzularından vaz geçmemişlerdir.
İnsan diğer canlılardan ayrı ve üstün bir yapıda yaratılmıştır.
Bu üstünlük; Biri geçmişe diğeri geleceğe ait 2 ayrı özelliğin insanda bulunmasından kaynaklanmaktadır.
İnsanın ne olduğu, nereden gelip nereye gideceği, yaradılışının amacının ne olduğu, yaratanın kim olduğu gibi soruların cevabının bulunabilmesi için geçmişle gelecek, bugünle ve birbirleriyle kaynaştırılmalıdır.
İnsan sadece geçmiş için ve bugün için değildir.
İnsan bugünü yaşarken geçmişten gelen hatıralarını da dikkate almalıdır. Geleceğe ait projeler de oluşturmalıdır.
Ticaretle, ziraatla, sanatla uğraşan bir kimse nasıl geleceğe ait tasarılar peşindeyse, dini konularda da geçmişten alınan bilgilerle yetinilmemeli, bugün yaşanmalı ve geleceğe ait olumlu çalışmalar yapılmalıdır.
Dünya hayatı için nasıl geleceğe yönelik planlamalar yapılıyorsa, dini konular için de benzer şekilde planlamalar yapılmalıdır.
İnsan geçmişte mutlu bir yaşam içinde ise o mutluluk geride kalmıştır.
Bugün de geçmiş olacaktır.
Yaşanılan geçmişle yaşanmakta olan bugün ne kadar iyi ve güzelliklerle dolu olursa olsun insanın ruh cephesi bu güzelliklerle yetinmeyerek aynı güzellikleri gelecekte de yaşamak ister.
Bu istek insanoğlunda doğuştan vardır.
İnsan geçmişi ve bugünüyle yok olmaya mahkûm olmayıp, edebileşmelidir.
İnsanın yok olmasını önleyecek ve ebedileşmesini sağlayacak tek bir kaynak vardır.
O da din’dir.
Bazı bilim adamları dinin insan aklının ortaya koyduğu fikirler manzumesi olduğu söyleseler de dinin kaynağı İlahi’dir.
Din duygusu insanın yaratılışında var olan bazı özelliklerden kaynaklanmaktadır.
Din duygusu doğuştandır.
Bu duygu insanları Allah’a bağlayıp ona kul olmaya sevk etmiştir.
Kâinatı ve kâinatta bulunan bütün canlı-cansız varlıkları yaratan Allah’ın varlığı kabul edildikten sonra onun insanları başıboş bırakmadığı, din gerçeğini tanımaları için onlara akıl ve irade verdiği de bilinmelidir.
Taylor, Spencer, Durkhaim, Marks, Maks Müller, Schmith, Jan Jak Russo, A. Conte gibi bazı düşünürler dinin kaynağı konusunda değişik fikirler ortaya koymuşlardır.
Taylor; dinin ruhani varlıklara inanmak olduğunu söyler.
Spencer; dinî tabiatüstü ve esrarlı kuvvetlere inanmak olarak tarif eder.
Durkheim’e göre din; Fertlerin meydana getirdiği içtimai bir kurumdur.
Marks’a göre; Dinin kaynağı insanda bulunan tabii ve içtimai yetersizliklerdir. Ona göre din; hâkim sınıfların bir baskı ve uyuşturma aracıdır.
Maks Müler; İlk dinin tabiat olayları karşısında acizlik ve hayranlık duyan insanın davranışları olduğu görüşündedir.
İslam bilginlerine göre din; Varlığını ve birliğini kabul ettiğimiz Allah tarafından gönderilen ve peygamberler vasıtasıyla akıl sahibi insanlara tebliğ edilen, kendisine inanan insanları hem bu dünyada, hem de öbür âlemde mutluluğa götüren bir müessesedir.
Allah tarafından gönderilen dinlere hak dinler denir.
İnsan aklının ürünü olan dinlere de batıl dinler denir.
Hak dinler varlığını ve birliğini kabul ettiğimiz Allah tarafından gönderilen İlahi olan dinlerdir.
İlahi olmayan dinler de batıl dinlerdir.
(devam edecek)