İstanbul’da Üniversiteyi bitirdikten sonra Ankara’da kuralarımızı çekmiştik ve öğretmenlik yapacağım yer belirlenmişti: Sivas İlköğretmem okulu…
Sivas… Öğretmenlikte ilk göreve başladığım İl… Ve de hayatımın en verimli, en mutlu yıllarını yaşadığım şehir…
Danişmentliler, Selçuklular, Osmanlılar ve Türkiye Cumhuriyeti dönemlerinde ülkelerin en önemli kenti…
Şu anda yüzölçümü bakımından Türkiye’nin ikinci, yerleşim birimi itibariyle birinci İl’imiz…
Burada görev yapmak benim için hayatımın en önemli dönüm noktası olmuştu…
Gerçek hayatı, insanlığı, dostluğu, mücadeleyi burada öğrenmiştim.
Kur’alarımızı çektikten sonra memleketime, Anamur’a gelmiştim.
Anamur’da beni bekleyenlerim vardı…
Annem, babam, kardeşlerim ve düğün hazırlıkları yapacağımız sözlüm Habibe…
Eşim Habibe ile düğünümüz göreve başladığım l968 yılının şubat ayında, yani birinci yarıyıl tatilinde yapılmıştı.
Babam Sivas’ta yeni tuttuğumuz eve bizi yerleştirip Anamur’a dönmüştü.
Bu evlilik olayı ben Sivas’ta göreve başladıktan 4 ay sonra olmuştu.
Şimdi 4 ay öncesine, göreve başladığım günlere dönüyorum…
Dedim ya… Ankara’da Kur’alarımızı çekmiştik ve Anamur’a dönmüştüm…
Nişan, düğün hazırlıkları derken 1968-1969 Eğitim –Öğretim yılının başlamasına bir hafta kala bavulumu aldığım gibi Sivas’a gelmiştim…
Sivas İlköğretmen okulu şehrin biraz dışında idi. Bekar öğretmenler için misafirhane odası vardı. Oraya yerleşmiştim…
İlköğretmen okuluna sınavla öğrenci alınıyordu. Benim geldiğim sıralar sınavı kazanan öğrencilerin okula kaydolma zamanıydı…
Bir durum dikkatimi çekmişti:
Okul idaresi kayıt kabul şartlarının içine kaydolacak her öğrenci için saz ve eşofman, lastik ayakkabı mecburiyeti getirmişti…
İlkokuldan sonra öğrenci alınıyordu ve ilkokul 5 yıllıktı.
Pırıl pırıl giyinmiş, gözlerinin içi gülen küçücük çocuklar kayıt olabilmek için ellerinde sazları ve spor kıyafetleriyle okul bahçesinde bekliyorlardı, sırası gelen kaydoluyor ve yatakhaneye gidiyordu.
İlköğretmen okullarında benim gireceğim Din bilgisi dersi mecburi dersler arasındaydı.
Ben gelmeden önce Sayın Emin Cansız adında bir Din bilgisi öğretmeni varmış…
Soyadını duyunca zayıf ve cılız biri olduğunu tahmin ettiğim Sayın Emin Cansız bir gün eşyalarını toplamak ve yeni atandığı okuluna gitmek için, vedalaşmak için İlk Öğretmen okuluna gelmişti…
Tanışmıştık ve sohbet için bahçede dolaşmaya çıkmıştık.
Soyadına uygun tipte zayıf bünyeli olduğunu tahmin ettiğim Sayın Emin Cansız meğer ne kadar cüsseli biriymiş…
Ben yanında adeta küçücük kalmıştım. Boyum onun boyun bölgesine kadar bile uzanamıyordu…
Kendi kendime dedim ki: “İşim zor… Halef-selef olarak Emin beyin yerini nasıl dolduracağım?”
Önce Sivas’ı tanımak istemiştim…
O dönemde yani 1968 yılında ülke genelinde ve dünyada sağ-sol mücadelesi hat safhaya gelmişti.
Sivas’ı tanımaya nereden başlamalı idim?
Ülke genelinde sağ grubu Milliyetçiler Derneği temsil ediyordu.
Buradan başlamalıydım…
Sormuş soruşturmuş ve Milliyetçiler Derneğini bulmuştum… Dernek başkanıyla tanışmıştım…
Dernek başkanının adı sayın Mehmet İrge idi… Kendimi tanıttığım zaman çok-çok ilgilenmişti. Kendisi de Cumhuriyet İlkokulu’nun müdürü idi…
Sivas’ın en ileri gelen ailelerinden, herkesin sevip saydığı, milliyetçi, muhafazakâr bir kişiliğe sahip aynı zamanda iyi bir aile babası idi.
Çaylarımızı içtikten sonra bana demişti ki; “Seni Yavuz Bülent Bakiler’le tanıştıracağım… İster misin?”
Şaşırmıştım…
Ben Yavuz Bülent Bakiler adını Adana’da okurken duymuştum…
1962 yılında “Yalnızlık” isimli yeni çıkan şiir kitabından tanıyordum.
Şiirlerinde hep Anadolu’yu, Anadolu insanını anlatıyordu. Sade ve aydınlık bir üslubu vardı. Milli ve manevi değerlere bağlı şiirler yazmıştı…
İstanbul’da okurken okulumuzun yayın organı olan ve benim SORUNUZ SÖYLEYELİM sayfasını yönettiğim bir dergi vardı: İslam Medeniyeti dergisi…Bu dergide bir kaç defa şiirlerini yayınlamıştık.
Matbaada yayımlanacak olan yazı ve şiirler birinci defa basılır tashihler yani düzeltmeler yapıldıktan sonra son şekliyle basıma girerdi.
İşte matbaada mecmuaya basılmak üzere tashih için gelen Yavuz Bülent Bakiler’in şiirlerini de ben tashih etmiştim.
Avukat olduğunu da biliyordum…Şiirlerini de hayranlıkla okuyorduk…
Ama Sivas’lı olduğunu, Sivas’ta görev yaptığını bilmiyordum…
Benim şaşkınlığımı görünce: “Sen de mi görüşmekten çekiniyorsun?..”demişti.
Bu defa daha çok şaşırmıştım…”Ne çekinmesi?…”demiş ve şaşkınlığımın sebebini, mecmuadaki yayımladığımız şiirlerini anlatmıştım…
Bu defa şaşırma sırası Sayın Mehmet İrge’ye gelmişti…
Gayr-ı ihtiyari “Sen O’mu sun?” demişti…O kimdi, kimden bahsediyordu?..
“O kim?”diye sorduğumda da: “Hani İslam Medeniyetindeki Sorunuz-Söyleyelim sayfasını yöneten Gazi Mert sen misin?..”diye sormuştu ve gitmiş öbür odadan 5-6 tane İslam Medeniyeti mecmuası getirmişti…
Karşılıklı akan gözyaşları…
…Ve beni alıp doğruca Avukat Yavuz Bülent Bakiler’in bürosuna götürmüştü.
Bürosuna geldiğimiz zaman Sayın Mehmet İrge’ye gösterdiği ilgiyi hiç unutamam…
Tabi beni tanımıyordu… Sadece tokalaşmıştık… Ben kendisine hayranlıkla bakıyordum…
Hoş geldin faslından sonra sayın Mehmet İrge bey dedi ki; “Sayın Avukatım. İşte kapalı bir kutu olan İlköğretmen okulunun kilidini açacak kardeşimiz…”
Bu giriş cümlesine de şaşırmamak elde değildi…
Acaba İlköğretmen okulu niçin kapalı bir kutu idi?
Sayın Mehmet İrge böyle bir tanıtımla söze başlayınca Sayın Yavuz Bülent Bakilerin anlattıklarını da duyunca görevimin ne kadar kutsal ve önemli olduğunu bir daha anlamıştım.
Hoşça kalınız.