Üniversitede beni en çok etkileyen eserlerden biri Büyük Ayasofya Camii olmuştu.
Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethettikten sonra bir kilise olan Ayasofya’yı temizletmiş, camiye dönüştürmüş, içine bir minber yerleştirmiş ve ilk Cuma namazını burada kılmıştı.
İşte şu tuğla minare ve medrese de onun eseriydi.
Ayasofya kütüphanesinde bitirme tezimi hazırlarken en çok gezdiğim mekânlardan biriydi Ayasofya Camii…
İşte şurası Sultan Beyazıt han tarafından yaptırılan 2.kat medrese…
İşte mihrap önündeki şu şamdanlar Kanuni Sultan Süleyman’ın Macaristan’dan ganimet olarak aldığı ve buraya yerleştirdiği şamdanlar…
İşte şu iki minare ve caminin kenarındaki Set’ler Sultan ikinci Selim tarafından yaptırılmış…
Şu 4 mermer mahfili 3.Murad yaptırmış… Taş Gürsü’yü 4.Murat yaptırmış… Şu büyük kubbeye asılı top kandil 3.Ahmet tarafından yaptırılmış… Cami içindeki şu 7 kuyu da görülmeye değer…
Üst kısımda bulunan Hünkâr mahfili de sultan 1.Mahmut tarafından yaptırılmış…
Kütüphane de sultan 1.Mahmut tarafından yaptırılmış…
Ayasofya’da bulunan Padişah türbeleri de görülmeye değer…İşte şu Sultan 2.Selim türbesi… Türbenin içinde 44 sanduka bulunuyor. Şurası Sultan 3.Murad türbesi… Türbede 54 sanduka var. Şurası 3.Mehmed türbesi…26 kişinin mezarı var. Şurası da Sultan Mustafa ve Sultan İbrahim türbesi… Sanduka içinde 15 mezar var.
Ayasofya camiinin içinde ayrıca şehzadelerin de türbeleri bulunmaktadır ve işte şu 5 sanduka da şehzadelere ait…
Beni etkileyen sadece Ayasofya Camii de olmamıştır. Asıl beni etkileyen olay Ayasofya Camiinin 1934 yılında yayımlanan bir bakanlar kurulu kararnamesiyle Ayasofya Camiinin müze haline getirilmesi olmuştur.
1934’deki bakanlar kurulu kararnamesi yeni bir kararname ile iptal edilerek müzeden tekrar camiye dönüştürülmüştür.
İstanbul’un fethinin önemli bir sembolü ve Türkiye’nin egemenliğinin göstergelerinden biri olan Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılma kararı, hiç şüphesiz Türkiye’de ve Müslüman coğrafyalarda genel olarak büyük bir sevinçle karşılanmıştır.
Kararın açıklanmasından sonra farklı ülkelerdeki Müslümanlardan Ayasofya’da namaz kılmak için Türkiye’ye gelmek isteyenler olmuştur, olacaktır.
Bu meyanda, kararı “devam eden son Haçlı Seferinin İstanbul’da yenilgiye uğratılması” şeklinde okuyanlar da olmuştur.
Boş zamanlarımda gezmeye çalıştığım tarihi yapıları bugün bile hiç unutamamaktayım.
15 Ocak 1968 tarihine kadar Anadolu’dan 100’lerce soru gelmiş, bunlardan büyük çoğunluğunu cevaplandırmıştım.
15 Ocak 1968 tarihinde yayımlanan İslam Medeniyeti mecmuasında da Rize’den mektup gönderen Sayın Abdülkerim Saraçoğlu, Ankara Hacettepe Üniversitesinden sayın Alparslan Özyazıcı, İstanbul Kadıköyden sayın Harun Tavukcuoğlu’nun sorularını cevaplandırmıştım.
Artık 1968 yılı benim İstanbul’daki öğrencilik yıllarımın son senesiydi.
1968 yılı aynı zamanda sonradan İlahiyat fakültelerine dönüştürülen Yüksek İslam Enstitülerinin açılışının 10.yıldönümü idi.
Yüksek İslam Enstitüleri ne zaman ve nasıl açılmıştı? Biraz da bundan bahsetmek istiyorum.
Yüksek İslam Enstitüleri 1958 yılında Sayın Adnan Menderes’in çabaları sonunda açılmıştı. Nasıl mı?
Yıl 1957…Devir 23’üncü Türkiye Cumhuriyeti hükümeti devri…
19 – 20 – 21 – 22’ nci Türkiye Cumhuriyetlerinin kurucusu olan başbakan Sayın Adnan Menderes;1’inci, 2’inci, 3’üncü ve 4’üncü “Adnan Menderes Hükümetleri” nden sonra 25.11.1957 tarihinde 2 yıl devam edecek ve ihtilalle sona erecek 5’inci Adnan Menderes hükümetini kurmuştu…
1960 ihtilaline adım-adım yaklaşılıyordu.
İmam Hatip Liselerinin yükseği niteliğinde açılacak olan Yüksek İslam Enstitülerinin açılabilmesi için çalışmalar yapılıyordu…
Heyetler oluşturulmuş… Bir heyet Başbakanlıkta başbakan Sayın Adnan Menderes’le görüşüyor… Sayın Adnan Menderes gelen heyete aynen şunları söylüyordu:
“Hayatım pahasına da olsa İmam Hatip okullarının yüksek kısmını açacağım.”
Heyetin içinde Prof. Dr. Sayın Cevat Akşit de vardı… Gece yarısı… Gizli bir görüşme… Başbakan Sayın Adnan Menderes ağlayarak aynen şunları söylüyor:
“Eğitim-Öğretim sahasında din konusuna önem veremiyoruz. Bunu laikliğe aykırı sayıyorlar. Arkadaşlarım beni yalnız bırakıyorlar. Yalnızım… Müsteşarım bile meşrık-ı a’zam (masonların başkanı) Burnumun dibine bile böyle adamlar koydular.”
Menderes Yüksek İslam Enstitüsünün açılması için gelen heyeti ikişer kişilik gruplar halinde kabul etmişti.
Aradan 50 yıl geçtikten sonra Sayın Cevat Akşit 24 Kasım 2008 tarihinde görüşmelerin nasıl geçtiğini şöyle anlatıyordu:
“Demokrat Parti grup başkan vekili olan amcam aracılığı ile randevu aldık. Darbenin ayak sesleri yavaş-yavaş geliyordu. Rahmetli Menderes hiçbir heyeti kabul etmiyordu. Çok sıkıntılı bir dönemden geçiliyordu.
Amcama: “İmam Hatip okuluna hayır diyemem.’ Demiş…
“Ama gece gelsinler. Toplu girmesinler, ayrı ayrı kapılardan girsinler. Ben tembih edeceğim. Kapıdan birer ikişer alacaklar.” diyerek bizi gizlice kabul etti.”
İşte Sayın Cevat Akşit’in anlattıkları böyleydi…
Sayın Menderes gelen heyeti bakanlar kurulunda gece geç saatlerde ağırlamıştı…
Özel Personelini de odadan çıkartmış kapıyı kilitleyerek görüşmelere başlamıştı… Görüşmeler çok samimi bir ortamda geçmişti.
Yüksek İslam Enstitülerinin açılması taleplerini dinleyen Sayın Menderes, duygulu bir konuşma yaparak memleketin iman olmadan ayakta duramayacağını dile getirerek aynen şunları söylemişti:
“Milletimizin mayası ahlaktır, imandır, İslamdır. Eğer biz bugün ayaktaysak, aksakallı bir dedenin kucağında büyüdüğümüz için ayaktayız.
Eğitim-öğretim sahasında din konusuna önem veremiyoruz.” der ve ağlamaya başlar…
Rahmetli Menderes 1957 yılında bütün girişimlerine rağmen Yüksek İslam Enstitüsünün açılışına muvaffak olamaz. En başta bakanlar buna karşı çıkar.
Bir yıl sonra ben Adana İmam Hatip Lisesinin ikinci sınıfında iken 1958 yılında Milli Eğitim Bakanını görevden alır, yerine vekâleten Sayın Tevfik İleri’yi atayarak Yüksek İslam Enstitüsünü açmayı başarır…
Açılışta 59 öğrenci vardır. İşte İstanbul’da 4 yılımı verdiğim Yüksek İslam Enstitüsünün açılış öyküsü bu…
Hoşça kalınız.