Ana Sayfa Arama Yazarlar
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

SOHBET KÖŞESİ: CUMHURBAŞKANIMIZ SAYIN RECEP TAYYİP ERDOĞAN’IN MEZUN OLDUĞU OKULDA ÖĞRETMENLİK STAJIMI YAPMIŞTIM

Bu haberin fotoğrafı yok
İstanbul’da sosyal yaşantım devam ederken Yüksek İslam Enstitüsündeki derslerimi hiç ihmal etmiyordum.
Bir taraftan İslam Medeniyeti mecmuasındaki çalışmalarım, bir taraftan Kıbrıs olayları nedeniyle M.T. T.Birliğinin verdiği görevleri yerine getirmeye çalışmam ve diğer taraftan derslerim…
Güzel bir program yapmıştım. Bu proğram’da derslerim ön plandaydı… Hiç ikmale kalmadan her yıl bir üst sınıfa geçiyordum.
Burada bir anı’mı daha anlatmak istiyorum.
Bizim Yüksek İslam Enstitüsü mezunları genelde öğretmenlik mesleğini tercih ediyordu. Ben de kendimi bu yolda yetiştirmeye karar vermiştim.
Mesleki tatbikat kolu olarak da son sınıfta herhangi bir orta dereceli okulda staj yapıyorduk. Staj anında da öğrencilere ders anlatıyorduk…
Benim İstanbul İmam Hatip Lisesi’nda staj yapacağımı söylediler. Yanımda Sabri Kaya isimli arkadaşım da olacaktı.
İstanbul’da İmam Hatip Lisesi o zaman bir tane idi. Meslek Derslerine girecektik.
Sabri Kaya arkadaşımla ders konularını paylaşıyor ve dönüşümlü olarak ders anlatıyorduk.
En arka sırada da dersin öğretmeniyle bizi staj yapmak için getiren öğretim üyesi oturuyordu.
Ben dersleri güzel anlatıyor olmalıydım ki; Bazen her iki öğretmen dışarıya çıkar ben de öğrencilerle baş başa kalırdım.
Dersin konularına iyi hazırlandığım için de  en çok soru cevap şeklinde ders anlatır, karatahtayı da çok iyi kullanırdım.
Bir defasında kendimi o kadar ders anlatmaya vermiştim ki öğretmenlerin yine dışarıya çıktığını zannederek en arka sırada oturan bir öğrenciye ; “Siz de anladınız mı?”diye sormuşum.
Baktım ki öğrenci diye soru sorduğum kişi beni staja getiren öğretim üyemiz değil mi?
Öğretmen rolündesin… Öğrencilerin orada seni en büyük olarak tanımasını sağlamış, o intibaı vermişsin…
İşte o anda şu espriyi söyledim: “Çocuklar… İlerde siz de öğretmen olacaksınız. Sınıfa Cumhurbaşkanı, Başbakan da gelse siz öğretmen olduğunuz için sınıfta  onlardan daha büyüksünüz… Bunu unutmayın”
Meğer öğretim üyemiz benim kendisini de derse kaldırdığımı ve sonra bozuntuya vermeden öğrencilere yaptığım espriyi Yüksek İslam Enstitüsünde diğer öğretim üyelerine de anlatmış…
Bunu duyan Sayın Ahmet Davudoğlu hocam da; “…Şeyh Gazi o…”demiş.
Sayın Ahmet Davudoğlu hocamın, İslam Medeniyeti mecmuasında sorulara verdiğim cevapları hazırlarken bana hep şeyh Gazi derdi.
Bu esprim hem öğretim üyelerimiz, hem de öğrenciler arasında yayılınca her kesim bana bir başka şekilde bakmaya başlamışlardı…
Şu tevafuk’a bakınız ki 2003 yılında Başbakan ve  şu anda Cumhurbaşkanımız olan Sayın Recep Tayyip Erdoğan da aynı yıllarda İstanbul İmam Hatip Lisesinde öğrenciydi… Kendisiyle aynı karede buluşmuştuk…
Kimbilir belki de… aynı sınıfta… o öğrenci… ben öğretmen… kimbilir?
Bir taraftan stajımız devam ederken bir taraftan da diğer derslerimizle ilgili çalışmalarımıza devam ediyorduk.
Bu arada ben staj ve ders çalışmalarıma ek olarak İslam Medeniyetine gelen soruları cevaplandırıyordum.
15 Aralık 1967 yılında yayımlanan İslam Medeniyetinde Gölcük’ün Hamidiye köyünden sayın H.Vedat Sirmen, Muğla’dan sayın Hasan Şimşek, Gaziantep’ten sayın Şükrü Ergin, Maraş’tan sayın İsmail Cengiz, İstanbul’dan bayan Zeynep Özbay, Bolu’dan sayın Ahmet Sarı, Antalya’dan sayın Niyazi Tuğ, Diyarbakır’dan sayın Veli Güçlü, İzmir’den sayın Bekir Küçük, Rize’den sayın Abdülkerim Saraçoğlu, Afyon’dan sayın Durali Keskin, Ankara’dan sayın Hüseyin Ersoy, Küçükköy’den sayın İmdat Kaya, Antakya’dan sayın Hacı İbrahim, Adana’dan sayın Mustafa Köse, Samsun’dan sayın M.N. Özkan, Erzurum’dan sayın Hasan A.Akpınar, Adapazarı’ndan sayın Şerif  Bakay, Ankara’dan sayın Cevdet Teymur’un sorularını cevaplandırmıştım.
O aydaki mecmuada 19 kişinin sorusunu cevaplandırmıştım. Hem de 1 ay içinde gelen soruların tamamını cevaplandırmıştım.
İstanbul’da öğrencilik yıllarımda beni en çok etkileyen olaylardan biri de İstanbul’daki tarihi eserler olmuştu.
 Adana’da okurken “sanat tarihi” derslerinde en çok ilgimi çeken İstanbul’da bulunan tarihi yapılardı.
Galata kulesi, Kız kulesiyle başka bir güzelliğe bürünen İstanbul boğazı, Fenerbahçe burnu, Kapalı çarşı, surlar, çamlıca, Topkapı sarayı, Ayasofya, Beyazıt Cami’i, Sultan Selim Cami’i, Şehzade Cami’i, Süleymaniye Cami’i, Sultan Ahmet Cami’i, Yeni Cami, Nuruosmaniye Cami’i, Lâleli Cami’i ve bunların dışında kalan yüzlerce cami ve mescit…
Adana’da okurken İstanbul’daki tarihi yapıların sadece adını duymuştum…İstanbul’da ise bizzat bu yapıları yakından görme imkânına kavuşmuştum.
Tarihi camileri incelerken  en çok dikkatimi çeken Mihrap, Minber, son cemaat yeri, vaaz kürsüsü gibi bilinenlerin dışındaki cami’nin diğer bölümleri olmuştu.
Bu özellikler de sanırım sadece İstanbul’daki camilerdedir diye düşünüyordum.
Anadolu’daki camilere ek olarak mesela İslam Devlet başkanı için Hünkâr mahfili adıyla bir bölüm yapılmış…
18.asırdan sonra da hünkar mahfillerine bitişik olarak Hünkar Kasrı denilen Padişahların istirahat edeceği, abdest tazeleyeceği binalar yapılmış…
Camilerin içine daha çok cemaat’in bulunabileceği iki katlı ayrı mahfiller de yapılmış…
Büyük Camilerde demir parmaklık korkuluklarıyla güvence altına alınmış aydınlatmayı sağlamak için kandillik adıyla anılan yerler yapılmış…
Yine büyük camilerde cemaat’a ait mahfillerin altına veya mahfili olmayan camilerde ana yan duvarlara bitişik parmaklıklarla bölünmüş Maksure adı verilen yerler yapılmış…
Ve yine namaz vakitleri dışında cemaat’in okuma ihtiyacını karşılamak için kütüphaneler yapılmış…
Şadırvan avluları, Şadırvanlar, dış avlular ve dış avludaki insanlara imamın sesini duyuracak müezzinlerin durabileceği mukbire’ler yapılmış…
İşte öğrencilik yıllarımda dersten arta kalan bazı boş zamanlarımda günlerim hep bu eski eserleri incelemekle geçmişti.
Hoşça kalınız.