Ekmeğimizi kendimiz yaptığımız soğuk kış sabahlarını bilirim ben.
Barış Manço, Cem Karaca, Erkin Koray‘ın sesini bilirim ben.
Kara toprağın, yeşil yaprağın kokusunu bilirim ben.
Vefanın komşuluğun, kadir gıymat bilinen zamanlardan bahsediyorum.
Misafirliğe veya alışverişe giderken kapıların açık bırakıldığı, eğer kapı kitlenirse komşulara karşı ayıp olur diyerek komşuya seslenilen, “Bir şey lazım olursa kapı açık geç al’’ denilen zamanlardan bahsediyorum.
İnsanlar bir şeyler satardı tezgahlarda, sistemin daha büyük markaları, büyük firmaları kollamaya başlamadan önceki zamanlardan bahsediyorum. Yanlış anlaşılmasın sakın ola ki.
Alışveriş yapılan, doğal ürünlerin satıldığı tezgahlardan bahsediyorum.
Karınca kararınca, insanlar ürettikleri ile ev geçindirirdi.
Bizim zamanımızdaki çocukların yanakları al al olurdu.
Yağmur yağardı, sel basardı ama ne insanların gözünde yaş, ne de kalplerinde hüzün olurdu. Çünkü bilirdik ki komşumuz vardı, iyi insanlar vardı.
Yağmurlar vardı değil mi, buram buram toprak kokutan,sevdiğimizi özleten, özlediklerimize şiir yazdıran, etamin işleten yağmurlar.
Yağmurlar diyorum sayın abim sevdiklerimizin kokusunu burnumuza getiren.
Nereden icabet etti, babam öldü bilmiyorum?
Düştük bu boyası akık, binaları sökük, insanları eksik, sadece betonları olan bir olay yerine. Gerçi Ahmetin babası’da ölmüştü, Hasan’ın da, Döndü’nün de.
Bütün babalar ölmüştü ve herkes sınavın bir parçası olarak aynı siyah boyalı mahallede selamlaşmak zorunda kalmıştı artık.
Babalar öldü diye mi düştük bu hale ki?
Anam çağırıyor beni.
Duyuyorum sesini ninni gibi bir ses ‘‘gel’’ diyor.
Geç davarın başına, ağaçlar seni bekliyor, tarla kaç yıldır sürülmedi, tohumlar insan elini özledi ‘‘gel’’ diyor.
Bir telaşe bir karmaşa var köyde.
‘‘Gittiniz öksüz kaldı toprak damlar’’.
“Şalvarın, gara lastiğin, çamurlu çoraplar seni bekler oğul yet gayrı.”
Bu şehir ağustosta bile soğuk artık. Nedense gün ortasında bir üşüme, denizinin içinde boğuluyorum!
İnsanların nefesi kokuyor.
Sözcüklerin bir rengi var, keşfedilmemiş bir renk, nedense insanlar hep siyah akıyor.
Kış ortasında yanmanın yaz ortasında donmanın resmi bu aslında.
Kim nereye çekerse giden yular sahiplerinin, günün birinde o yuların ucunda olacağını hesaplamanın basit bir yöntemidir bu.
Artık göremediğim yeşillerin ve duyamadığım oğlakların sesinin çizilmiş karikatürünün temsili müsameresi aslında.
“Neyin var?” dedi
“Elli yılım birde yavaş yavaş kaybettiklerim var” dedim, üzülmedi aslında. Üzülmüş gibi de yapmadı, bende inanmadım zaten.
Her ikimizde maskelerimizin ardından gizli gizli ateş ediyorduk birbirimize, yaralanan yoktu ortada, ölen yoktu ama arkamızdan ağlayan milyonlar vardı.
Şimdilerde bir garip uğultu beynimin içinde.
Bir milyon borazancan birden çalıyor ve doğa anam beni ünleyor…