En küçük hücrelerimiz dahi yaşamak için her türlü hamlesini yapar…
Çünkü yaşamaya ve de türünü devam ettirmeye kurgulanmıştır…
İnsan dışındaki varlıkların yaşamı, zamandan ötedir…
Veya bizim zaman algımızdan ötedir..
Bir kelebeği ele aldığımız zaman, kelebeğin kozasından çıkıp uçtuğu zamanki ömrü biz insanlar için bir haftadır…
Ancak kelebeğe sorduğumuzda, yanıtı, onun için çok uzun olabilir.
Biz insanlar için de zaman aslında kısa değil midir?
Yıllarca yaşamış olduğunuz hayat, kelebeğin ömründen de kısa gelmez mi?
Göz açıp kapayıncaya bitti gitti bu hayat, denmez mi?
Ahh ah..!
“İnsan yükü ağırdır.” boşuna mı denilmiştir.
Elden ayaktan düşmeden, ölüm istemez mi İnsan..(?)
Kimseye yük olmadan, hiçbir evladına yük olmadan…
İnsan, uzun süreli, rutin, yatağa bağımlı bakımları bir süre sonra kaldıramıyor maalesef…
Yürekten gelmiyorsa bu bakım en doğrusu da profesyonel destek almaktır…
Kendi gözetimleri doğrultusunda bakımını sağlamak…
Genç ölümü ayrı bir zor, ihtiyarlık ölümü ayrı bir zor…
Elbette ki sıralı ölüm istediğimizdir…
Ama yaşını almış kişilerin ölümlerinin hiçe sayılması anlamı da çıkmamalı…
Çünkü kaybettiğiniz varlık yalnızca kronolojik bir takvim değildir…
Size ait olan, sizin bir parçanızın kaybıdır…
Atanız, ananız, hayat arkadaşınız…
Her kim olursa olsun…
O kişilerle olan bağınızın, duygularınızın, anılarınızın kopmasıdır…
Hiçliğin içine düşmektir…
Anlamsızlığın içine…
Öfkelenecek veya şikayet edecek bir durumun kalmayışıdır…
İnsanoğlu hiçbir zaman akıllanmaz mı?
Ölüm baş ucumuzdayken, ölümü görmeyiz bile…
Aklımıza dahi getirmeyiz…
Aç gözlülük, kötülük, adaletsizlik, kalp kırmalar…
Devam eder son hızıyla…
Takılır dolarlar, altınlar kefene..(!)
Gelin ve damada takılır gibi..(!)
Yatınca musalla taşına
El fatiha nidalarıyla…
O zaman anlar gittiğini…
Güle güle, insan soyu…