Metropol hayatlar komşuluk ilişkilerini de sekteye uğratmadı mı?
Kimsenin kimsenin kapısını çalmadığı soğuk, resmi , kendini beğenmiş durumlar…
Zorakidir asansör başındaki günaydınlar…
Gecenin bir vakti başınız sıkışsa dahi çekinirsiniz kapılarını çalmaya…
“Komşu komşunun külüne muhtaçtır.” dönemi bitmiştir artık…
Çünkü merkezi ısıtmalar çıkmıştır..(!)
Büyükşehir hayatının zorluğu, kadınların iş hayatına girmesi, kültürel değişimler, kişileri yabancılaştırmış ve de bireysel yalnızlığa itmiştir…
Oysa ki anne ve babamızın dönemindeki komşuluk ilişkileri böyle miydi?
Herkesin birbirini kahvaltıya ve yemeğe davet etmelerinde tatlı bir rekabet yok muydu?
Teyzelerin yöresel yemek ve tatlılardaki ustalıkları…
Bayram tatlılarının oturulup birlikte açılması…
Birlikte yapılan sarmalar, içli köfteler, baklava ve börekler…
Birinin evinde bir malzemesi eksikse öbürünün kapısını çekinmeden çaldığı dönemler…
Çalışan anne ve baba iseniz, ilkokuldan gelen çocuğunuz komşunuza emanetti…
Hemen hemen her şey, imece usulü değil miydi?
Mutluluklar paylaşılırdı, acılar paylaşılırdı…
Şimdi ise gelinen duruma baktığımızda kişilerin birbirlerinin kuyularını kazmadıkları eksik…
Komşunun tavuğunun komşuya kaz göründüğü durumlar…
Haset ve hep bana, hep bana durumları…
Sevinçli anların kıskanıldığı, acıların dedikodulaştırıldığı durumlar…
Tek tük de olsa komşuluğu bilen, son nesil olabiliriz…

