Zihnimin bir köşesinde yerini alan bir hikaye…
Yoksul olan adama padişah yardım etmek ister…
Her gün elçileriyle bir tepsi baklava gönderilmesini, her baklava diliminin altına da bir altın gizlemelerini emreder…
Tıkanık adamın kapısını çalan elçiler, padişahımızın hediyesi deyip, bir tepsi baklavayı, bırakıp giderler…
Çok yoksul olan tıkanık adam, baklavayı yemeyi kendine layık görmeyip, karşı sokaktaki tatlıcıya satarak farklı ihtiyaçlarını karşılamanın hesabını yapar…
Padişahtan gelen özel bir baklava olduğu için tadına bakan tatlıcı, baklavanın içindeki altını keşfeder…
Her dilimin altında bir altın gizlenmiştir…
Hemen yoksul adamın evine giderek, padişahtan gelecek olan baklavaları uygun fiyata alabileceğini söyler…
Böylece tıkanık adam, padişahtan gelen her baklavayı tatlıcıya uygun fiyata satar…
Tatlıcı zengin olurken, tıkanık adam yoksul kalmaya devam etmiştir…
Tıkanık adamın hâlâ fakir olduğunu duyan padişah, elçilerine tıkanık adamı hazine odasına götürmelerini ve eline kürek verip doldurabildiği kadar altını alabileceğini, emreder…
Hazine odasına giren tıkanık adam, altınların bolluğu karşısında şaşkına döner…
Küreği ters tutarak hazineye saplar ve kaldırdığında üzerinde hiçbir altın kalmaz…
Padişah, tıkanık adama son bir şans daha verir…
Elçilerine tıkanık adamı bir araziye götürmelerini ve bir taş seçmesini emreder…
Araziye götürülen tıkanık adam, ağırlığı kadar altın alacağını sanarak en büyük kaya parçasını seçer…
Bunun üzerine elçiler, seçtiği taşı ne kadar çok uzağa fırlatabilirse o kadar toprak parçasını, padişahın hediye edeceğini söyler…
Tıkanık adam, yerdeki kaya parçasını zar zor kaldırarak atmaya çalışırken altında kalarak can verir…
Bu trajik hikaye biz insanların başına da gelmez mi?
Ölmesek dahi kayaların altında ezilmez miyiz?
Çevremizdeki insanlar yardım etmeye çalışsalar dahi, bir kısmetsizlik bir tıkanıklık söz konusu olmaz mı?
Öyle dönemler olur ki elinizi neye atsanız kurutursunuz…
Çünkü yukarıdaki öyle istemiştir…
Bunu yaşamak zorundasınızdır…
İstediğiniz kadar ağlayın, haykırın, isyan edin, iç çekin, üzülün…
Nafile…
Sonrasında pes etmek…
Her şeyden pes etmek…
Tüm hedeflerden, tüm umutlardan, tüm yaşamdan…
Bu noktaya gelindiği anda değişim başlar…
Yaşıyorsanız şayet…
Yanmış, pişmiş, kıvama gelmiş ve farklılaşmışsınızdır…
Kolay kolay kimse sizi incitemez…
Canınızı yakamaz…
Bir savaşçı olarak yeniden doğarsınız…
Adil bir savaşçı…
Birçok insana güç gelen konular bu insanlar için gülünçtür…
“Öldürmeyen şey, seni güçlü kılar.” sözünden yola çıkarak…
Hayatın zorluklarıyla mücadele ederken beklentilerimizi törpülemek…
Her olumsuz olaydan bir ders çıkarmak…
Bazen de ne yaparsak yapalım olmuyorsa olmuyordur…
Akışına bırakmak…
Felsefi düşünceyle yaklaşacak olursak…
Sorun varsa ve çözümü de varsa sorun yoktur…
Sorun varsa ve de çözümü de yoksa yine sorun yoktur…
Yani, değiştirebileceklerimizi değiştirmek, değiştiremediklerimizi kabullenmek…
Tıkanık adam konusuna dönecek olursak,
Yoksul bir insanın bir tepsi baklavayı yemeyip diğer zaruri ihtiyaçlarını karşılamak için satması gayet rasyonel bir davranış değil midir?
Tatlıcının, içi altınlarla dolu olan baklavayı ucuza kapma kurnazlığına ne demeli ?
İkinci olayda adamcağızın heyecan yaşayıp küreği ters saplaması gayet normal bir davranış değil midir..(?)
Sürekli açlık çeken bir tavuğu, darı ambarına götürmek gibi…
Tavuk, aç mideye rağmen bolluk karşında tokluk hissetmez mi?
Sanır ki hep o ambarda kalacak..!
Artık hiç açlık yaşamayacak..!
Adama da olan odur…
Üçüncü durumda da adam, aldatılmıyor mu?
Bu sefer altın verilmekten vazgeçilip toprak verilmek isteniliyor…
Adamcağızı tıkanıklığa sevk eden insanların davranışları değil mi?
Tatlıcı, elçiler, padişah…
Padişah tıkanık adama yardım etmek istiyorsa niçin doğrudan etmiyor..(?)
Neden dolambaçlı yolları tercih ediyor..(?)
Yazarımız, adama “Tıkanık Adam ” lakabını takmayla evrene olumsuz mesaj vermiyor mu?
Birinin yardıma ihtiyacı olduğunu fark ettiğimizde, dolambaçlı yollardan ziyade, “Size nasıl yardımcı olabilirim..(?)” sorusunu sormamız yeterlidir.

