19 Nisan 2024

ERDOĞAN SERİN: DEPREMDE, KAMU KURUM VE KURULUŞLARININ MUTLAKA AYAKTA KALMALARI ŞART

0
Kamu kurum ve kuruluşlarına ait öyle binalar var ki, bu binaların hiçbirinin, en yıkıcı depremde bile yıkılmaması lazım.
Hükümet konaklarının yıkılmaması lazım mesela. Adliye saraylarının yıkılmaması lazım.
Sağlık müdürlüklerinin yıkılmaması lazım.
Emniyet müdürlüklerinin yıkılmaması lazım.
İl jandarma komutanlıklarının yıkılmaması lazım.
Askeri birliklere ait bina, tesis ve depoların yıkılmaması lazım.
Kızılay ve AFAD gibi yardım kuruluşlarına ait binaların ve depoların yıkılmaması lazım. Belediye binalarının yıkılmaması lazım.
Devlet hastanelerinin yıkılmaması lazım.
Okulların yıkılmaması lazım. Kısacası, kamu kurum ve kuruluşlarına ait (bina, tesis, depo, lojman vb. gibi) yapıların yıkılmaması lazım.
Deprem anında ilk müdahaleyi yapması gereken personelin de (kentin dağınık yerlerinde değil) toplu olarak lojmanlarda oturması lazım.
Bizde bir deprem oluyor, diğer binalarla birlikte kamu kurum ve kuruluşlarına ait binalar da yerle bir oluyor.
Daha açık bir ifadeyle, vatandaşla birlikte devlet de enkaz altında kalıyor!
Enkaz altında kalan bir devlet, ne vatandaşını enkazdan çıkarabilir, ne de ilk yardım ve müdahalede başarılı olabilir!
O nedenledir ki, il ve ilçelerdeki kamu kurum ve kuruluşlarına ait binaların tamamının gözden geçirilip, güçlendirilmesi gerekenlerin güçlendirilmesi, dönüştürülmesi gerekenlerin de ivedilikle dönüştürülmesi lazım.
Fay hatları üzerindeki imarlı alanların imar dışına çıkarılması ve yapılaşmanın da güvenli bölgelerde olması lazım.
Müteahhitlik ve yapı denetim hizmetleri alanındaki başıboşluğun da giderilmesi lazım.
Bunları yapmadığımız ya da yapamadığımız sürece, afetin felakete dönüşmesi kaçınılmazdır.
Unutmayalım!
Afet tabiatın bir gerçeğidir. Afete karşı tedbir almak da devletin ve vatandaşın görevidir.
Yaşananlardan dersler çıkarıp, olası afetleri felakete dönüştürmememiz umut ve dileğimle esen kalın!
ORUÇ BORCUN VAR MI?
Padişah 3. Osman ve 3. Mustafa’nın vezirlerinden Sadrazam Koca Ragıp Paşa, bir Ramazan günü konağında Oruç üzerine sohbet ederken, orada bulunanlardan şair Haşmet’e “Söyle bakalım Haşmet! Senin de borcun var mı?” diye sorar!
Haşmet bunun üzerine, “Dokuz yüz kuruş bakkala, sekiz yüz kuruş kasaba, yedi yüz kuruş fırıncıya, altı yüz kuruş tatlıcıya, beş yüz kuruş kumaşcıya, dört yüz kuruş terziye, üç yüz kuruş saraça, iki yüz kuruş kalaycıya” diye saymaya başlayınca, Paşa sözünü kesip “Haşmet! Ben sana Oruç borcun olup olmadığını soruyorum!” der.
Paşa’nın bu çıkışına Haşmet şu sözlerle karşılık verir!
-Paşam! Siz bir yönetici olarak bu Garip’in durumunu gerçekten merak ediyorsanız, piyasaya borcu olup olmadığını sorun! Oruç borcunu sormak sizin değil, Allah’ın işidir.
Bir Macar Atasözü der ki!
DİNİNİZLE İLGİLENEN DERDİNİZLE İLGİLENMİYORSA, BİLİN Kİ O KİŞİ SAHTEKARDIR.
Sahtekarların itibar görmediği ve hüküm sürmediği mutlu ve müreffeh bir ülkede yaşamamız umut ve dileğimle esen kalın!

Bir yanıt yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir