ŞAFAK GENÇ: Her Ne Olursa Olsun Kendinden Çalmamalı İnsan!

Yaşadığın hayatta şöyle bir geri dönüp bak bakalım, hayatın ve yaşamın neresindesin?
Hayallerin neydi hedeflerin ne oldu?
Şimdi onların neresindesin ne kadar yaklaştın yada ne kadar uzaklaştın gelecekteki senden?
Başaramadın değil mi?
Çünkü sen çaldın kendi ellerinle kendinden ve ömründen!
Vakit ayırmadın kendine ve ailene görmezden geldin sevdiklerini ve seni sevenleri!
Her seferinde kendinden çaldın başkalarına verdin, farkındasın değil mi?
Sevdiğin için verdin, seni sevmesi için verdin, sende yoktu, elinde avucunda yoktu, birikmişin biriktirmek gibi bir lüksün yoktu ama çaldın işte!
Kalbinden çaldın, ruhundan çaldın, kendi geleceğinden çaldın ve mutlu ettin insanları öyle değil mi?
Şimdi nasılsın peki?
Pişmanmışsın kayıplarına duyduğuma göre? Yada ne bileyim, kendinden çaldıklarını yerine koyabildin mi, eksiklerini giderebildin mi?
Bir sevgili sevdiğini aldatırsa çalar kendinden. Güven biter, saygı biter, sevgi biter. Bir siyasetçi verirse sözleri ve yerine getirmezse vaatleri çalmış olur kendinden.
Bir baba kendinden çalar evlatlarına yamalar, bir adam kendinden çalar sevdiklerine kol kanat gerer, onlarla ilgili gelecek planları yapar . Bu güzel bir çalıştır adamlığın ve baba olmanın gereği budur.
Çalıyorsan da adam gibi çalacaksın kardeşim.
Karnın açdır paran yoktur ekmek çalarsın, tartışılır günahı sevabı, ruhun açtır kitap çalarsın buda tartışılır ama kendi ruhundan çalmak nedir arkadaş?
Çaldın bari adam gibi bir şey için kullan.
Neyini mi?
Kendi kendini, adamlığını, geleceğini, geçmişini, sevgini, ruhunu, gelecekle ilgili planlarını, kanatlarının altındakilerini, hepsini çaldın ama kime sattın?
Ne amaçla harcadın kendinden gizleyip de çaldıklarını?
Ve tabi biliyorum ki kendinden çalmadan önce vicdanını rahatlatacak bahanen de hazırdı değil mi?
Bu sefer olacak, bu sefer sevecek, bu sefer başaracağız.
Çok akıcı olmasa da durağanlığa imrendiren bir görüntünün balık kavanozundaki tasviri gibiydi hayat çoğu zaman.
Yazmanında anlatanında zor ve cezalandırıldığı zamanlardı.
Ortalık leş gibi kokuyordu.
Sokaktan geçen heyulalara baktı ve dedi ki “kendinden çalanlar geçiyor eğil.”
Gerçekten de baktım kiminin kolu yoktu kiminin budu ama yürüyorlardı, hemi de çok komiklerdi.
Baktım onlar geçtikten sonra bir ses, insanı rahatlatan bir ses, karyola gıcırtısı gibi garç gurç garç gurççç.
Evet dedim hırsızın sesi bu.
Tanırım yüz yıl ötesinden bu sesi bunların milattan önceki ataları da böyleydi.
Ataları için, toprakları için, taptıkları için ölmemişlermiydi bunlar?
Ondan mütevellit efendim her halükarda birileri çalacak birileri kalacak, içimizdeki o beyaz taştan örülü şehirde.
Düşündüm de insan en çok mezarlara koydukları, mezarına gömdükleri için çalıyor.
Kendi eliyle kazdığı mezarına girerken çalıyor kendinden.
Zaten bilinç altını rahatlatacak yada kendini avutacak bahanesi hazırdır. Ve bahaneye de sadece kendi kendilerine inanırlar ama insan evladı için bu yetmez egoları emir verir “onu da inandırmalısın, eğer ki onuda inandırır ve kendi safına çekebilirsen evet sen gerçekten başarılısın demektir”.
Başarıyı kendi içinin köpekliğini yaparak bulabileceğini sananlar, nasıl bir yanlış içine düştüklerini hayatla yüz yüze geldiklerinde yani yastıkta anlayacaklar.
Öyle bir an gelecek ki sizi o bahaneleriniz de kurtaramayacak. Kendi ellerinizin ve köpeklerinizin bağımlısı olmuş bir tezahürle dillerinizden asılacaksınız.
O zaman ne sizi ne beni, bizden çaldıklarınız bile kurtaramayacak!
Yaptıklarımız kendimize olan saygımızı ve sevgimizi zedeliyorsa çalarız kendimizden. Çala çala bitiririz kendimizi ve sonsuzluğumuzu.
Sonsuza kadar var olamamamız dileklerimle..!