28 Mart 2024

SOHBET KÖŞESİ: HOŞGÖRÜLÜ OLMAK…

0

Son günlerde Siyasi kulislerde söylenenler ve ülke dışında meydana gelen olaylar akıllara durgunluk verecek şekilde insanlıktan uzak manzaralar arz ediyor…

Hoşgörü’den uzak söylemler ve davranışlar…

Her şey gözümüzün önünde cereyan ediyor…

Ortada bir eksiklik var…

Bu eksiklik İslam’ın ortaya koyduğu hoşgörü ve müsamaha anlayışı…

Peygamber efendimiz: “Farzlarla emrolunduğun gibi, insanlarla iyi geçinmekle de emrolundun.” buyuruyor.

Bu bir hadis-i şerif’tir.

İnsanlarla iyi geçinmek…

Yorumu ise: Müslüman’ın çevresi ile iyi geçinen, kendisi ile iyi geçinilen kimse olmasıdır.

Benzer hadisler de vardır:

“Akıllı olmanın ve akıllı yaşamanın ilk adımı, halka sevgi ve şefkat göstermektir.”

“Siz insanları mal-mülkle tatmin edemezsiniz. İnsanları ancak güzel ahlâk, hoşgörü ve güler yüz tatmin eder.”

“Rıfk ve yumuşaklık ihsan edilen kimseye dünya ve ahiretin bütün iyilikleri verilmiş demektir.”

“Bir kimsenin mü’min kardeşine sevgi ve şefkatle bakması, mescide kapanıp bir yıl nafile ibadet etmesinden daha hayırlıdır,”

Bu anlayış Mevlânâ’da âlemşümul “insan sevgisini.”, Yunus Emre’de cihanşümul“Yunus şefkati”ni oluşturmuştur.

Mevlânâ’nın “Gel!” çağrısının, Yunus’un “Yaratılan her şeyi yaratan hatırına hoşgörme” anlayışının mânası budur.

Sadi’nin şu sözü bu mânâyı açıklamaktadır:

“Akılsız insan o kimsedir ki, Allah ile iyi olayım derken, Allah’ın kulları ile kötü olur.”

Allah’ın hoşnutluğu da, kulların hoşnutluğuna bağlıdır.

Hâfız-ı Şirâzî aynı anlayışı şiirleştirmiştir:

“İki cihanın selâmeti şu iki şeye bağlıdır: Dostlarla mürüvvet,üffet ve ünsiyet… Düşmanlarla iyi geçinmek…”

Ayet ve hadislerden kaynaklanan, Mevlânâ gibi, Yunus gibi, Sadî ve Hafız gibi büyüklerin hayatlarında sanatlaşan “müsamaha” duygusu, tarih boyunca Müslüman’ın ahlâkı olmuştur.

Hz. Peygamber Hudeybiye Muahedesi’nde, müşriklerin ileri sürdükleri aşırı şartları anlayışla karşılamış, Hayber’in fethinde ele geçirilen Tevrat nüshalarını sahiplerine iade etmiş, fethedilen topraklarda yaşayan gayri müslimleri kendi inanç ve ibadetlerinde serbest bırakmıştır.

İslâm tarihinin her safhasında ve sayfasında bu uygulamanın sayısız misalleri vardır:

Hulefa-yı Râşidin, ondan sonra gelen bütün halife ve devlet başkanları savaş esnasında bile yaşlılara, hastalara, çocuklara, ibadet edenlere, rahip ve keşişlere dokunulmamasını emretmişlerdir.

Kudüs’ün fethinden sonra yerli halk ayin ve ibadetlerinde tamamen serbest bırakılmışlar, İstanbul ‘un fethinden sonra Hıristiyan halka müsamahadan da öte geniş imtiyazlar tanınmıştır.

Emevîler’de, Abbasilerde, Selçuklular’da, Osmanlılar’da hep aynı anlayış hâkim olmuştur.

Osmanlılar Doğu Avrupa’da hükümran oldukları 500 yıl boyunca yerli Hıristiyan halkın ayinine, ibadetine, lisanına, yaşayış ve geleneğine dokunmamıştır.

Voltaire’in şu sözü bir itiraftır:

“Hiçbir Hıristiyan devleti, kendi topraklarında Müslümanların bir cami bulunmasına müsaade etmemiştir. Halbukî Müslümanlar, Hıristiyanlar’ın kiliselerine her zaman müsamaha göstermişlerdir.”

Ünlü Gustave le Bon; İslâmiyet’in hızla yayılmasını bu müsamahaya bağlamıştır:

“Kur’ânın yayılmasında, kuvvetin hiçbir tesiri olmamıştır. Zira Müslümanlar, mağlûp milletleri dinlerinde serbest bırakmışlardır. Eğer Hıristiyan milletler İslâmiyet’i kabul etmişlerse, bunun sebebi Müslümanlar’ın kendilerine karşı eski hükümdarlarından daha âdil ve müsamahalı davranmalarıdır.”

Müslümanlar, ferdi hayatlarında, toplu yaşayışlarında, Müslüman olmayanlara karşı kendi aralarında, savaşta, barışta, hoşgörüyü bir davranış ölçüsü saymışlardır. Kimseye kin tutmamışlardır.

Gönül yıkmayı değil, gönül almayı tercih etmişlerdir.

Zira müsamaha ve hoşgörü  Müslüman’ın ahlakıdır.

Son günlerde siyasi kulislerde ve siyaset sahnesinde ve komşularımızdaki savaş çığlıklarında görünenleri varın siz değerlendirin…

İnsanlık bunun neresinde?

Hoşça kalınız.

Bir yanıt yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir